22.12.2010

Michael Jackson - They Don't Care About Us


Bundan tam 15 yıl öncenin bugünden bir anlamda farksız olduğunu gösteren kliptir. Kendisini ilk izlediğimde ilkokul'a gidiyordum. Bir tanıdığımızın evinde televizyona neredeyse yapışıp izlemiş, sonra uzun bir süre o çalan muhteşem şarkının, ve tabi oynayan klibin ne olduğunu bulamamışımdır. Daha sonraları öğrendim bu, bu şarkının 2. klibiymiş, ilk klip yasaklanınca bu versiyonu çekilmiş. Benim için bu şarkıyı ilginç hale getiren şeyse tüm bu hikayeleri hatta şarkının bile ne olduğunu bilmeden tamamen melodik bir aşkla dinlemek istediğim şarkıya dair kendimce ilginç bir anım var.
Annem, ben evdeyken klip izlemek istiyorum diye tutturunca o zamanın kanalı kral'ı açabilirdi evde ancak. Anten bir tek onu çekerdi, başka kanal o yüzden varsa da bilmiyordum zaten. Annemle aramızda şöyle bir diyalog hatırlıyorum:

-Anne hani Orhan'larda bişi izlemiştim. Böyle bir sürü davul vardı. Çok sevmiştim. Onu neden hiç göstermiyorlar? Yasak mı?
-Yok, burası Türkiye kızım, burada güzel şeyler olmaz.

17.12.2010

Sessizce



Bazen sesli bir düşünüp, sessizce haykırmak istiyorum. Gözlerle konuşmak, sözlerle anlatamadıklarını anlatmak gibi. Gözlerimle anlattıklarımı anlamayanlar sessiz haykırışlarımı da duyamazlar nasılsa. Zayıf anımı görüp daha fazla saldıramazlar bana. Haykırmak önemli çünkü. Bazı dönemlerde insan o kadar çok istiyor ki bunu.

Geçen hafta, şu öyle bir geçer zaman ki adlı dizide vardı. Mete, büyük bir apartmanın çatısına çıkıp çığlık atıyordu. Dizinin tek sevdiğim sahnesi oldu sanırım. Çocuk bağırdıkça, ben rahatladım.

İşte bunu sessizce, herkesin içinde yapabilsek. Sadece çığlık atmak da değil, birilerinin yüzüne bir şeyleri haykırmak... O zaman o hep üst üste gelen boktan olaylar da ufacık çatlaktan sızan su damlacıkları gibi benim üzerime saldıracak bu çatlak bulamazlar...

8.12.2010

Pikap


Bu gece ilk kez kendi plaklarımı dinleyeceğim, hem de geçici bir süre de olsa benim diyebileceğim bir pikapta.
O zaman dedemi anacağım ve güleceğim anı beklemek yerine, o ana koşalım?

3.12.2010

Sen oku ben oynayayım.


Sen oku ben oynayayım.
Aradaki düğümü çözerken elindeki kitabı bırakmadan da yarım edebilirsin.
Parmağındaki düğümü çözme yeter.

2.12.2010

Peki ya sen?


Birlikte bir şeyler yapabilme arzusu o kadar farklı bir şey ki...

Güvenini yerle bir eden bir adama, binlerce kez tek istediğin şeyin ne olduğunu söylediğin halde bunu yapmamış olan bir adama, güvenmek istemek...Temelde bir sevgi var elbet. Ama bu kendi sevgine güvenmenin dışında, onun tüm yaptıklarına rağmen sevgisine güvenebilme hali. Şimdi oturduğunuz yerden bakınca, olan bitene rağmen "nasıl?" diye soruyorsunuz bana. Ben de cevap veriyorum:

Çünkü beni, benim onu sevdiğim "gibi", evet bu önemli bir hal, benim onu sevdiğim "gibi" sevdiğini biliyorum. Aynı insanlar değilken aynı şeyleri hissettiğini bilme hali bu.

Belki de en çok son zamanlarda dillendirdiğim bir şeyi yapıyorum şimdi bu hisle. Bana hayal kurdurma, gerçeğe en yakın halindeyken söyle ki gerçek olsun dedim hep... Ağustosa 9 ay var. Başvurusu bile yapılmamış bir projeye kabul edilip gitmiş olma hayalim var. Çünkü bunu onunla yapabilme arzusu var. Ve inanıyorum. Tıpkı bu dünyadaki en büyük aşkımın bana güvenerek söylediği gibi, ben istiyorum ve bunu yapacağım. Ama burada bir eksik var. Bu iki kişilik bir hayalse,

Sen istiyor musun?

28.11.2010

Bir kadın için hiçbir önemi yoktu yaşananların. Yalnızca bir kafa karışıklığıydı. Bir adam biliyordu olanlar ortaya çıkarsa neler olacağını ama yine de kendine hakim olamıyordu. Karanlığı seviyordu ve yapıyordu. Başka bir kadınsa başına tüm gelenleri hissederek ve bilerek, ispatlayamadan yaşarken ortaya çıkacağını bildiği o gün gelmesin diye dua ederek bekliyordu.

O gün geldi. Bir kadın, umursamaz. Bir adam, yaptıklarının kefaretiyle boğuştuğunu söyler halde, kim bilir yalan mı gerçek mi... Bir kadın...

27.11.2010

O zaman beraber çığlık atalım?

Eskiden yalnızca konuşarak anlatabiliyordum derdimi, şimdi konuşmak istesem de dinleyecek kimseyi göremiyorum. O zaman beraber çığlık atalım?

25.11.2010

Tüm hücrelerimin onaylaması biraz uzun sürdü.

Bir şeyleri bildiğimizi sanırız. Daha önceden benzer bir olayı yaşamış olmak, öngörülü olmamızı sağlar. Yani aslında sağladığını sanırız; çünkü her zaman olaylar aynı şekilde gelişmez. Ben son 36 saattir başıma yeniden geldiğini sandığım bir olayın etkisiyle ne yapacağını bilmez bir halde etrafıma ve kendime zarar veriyorum. Bunun da tek sebebi kafamdaki şu gibi bir cümle: "Benzerini daha önce yaşadım, sen şöylesin, ben böyleyim, o zaman bu kesinlikle böyle olacak."
Dün tüm günümü bir buhran içinde geçirdim. Ağladım, sustum falan. Düşünecek vaktim çoktu ama düşündüklerim hep bildiklerim üzerine olumsuzlamalardı. Ayıkken olmadı bir de sarhoş düşünelim dedim, o da bir süre işe yaramadı. Yalnız başına olmadı bir de fikir alalım dedim, o da değiştirmedi. Sonra yüzleşmeye karar verdim. O kendi kafasında kurguladığı şeylerin derdindeydi, gerçeklerden uzaklaşmıştı yine. Benim içinse farklı bir sorun vardı. Hislerimi dondurmak mümkün olmadığına göre ya bitecekti, ya da bitecekti. Konuştuk. Tartıştık. Bir şeyleri yıkmak istedim. Yıkamadım. Beni istemediğini ima eder cümleler duydum. Kalktım. Çıktım. Çatıdaki camlardan ay ışığı sızıyordu içeri. Öylece oturdum dönen merdivenlerin en alt basamağına. Kafama paltomun kapşonunu geçirdim, biraz oturdum. Hala mantıklı düşünemiyordum. Aslında kendimce bir mantıkta düşünüyordum ama sorun bunun gerçekte mantıklı olmayışıydı. Kapı açıldı. Kapandı. Açıldı. Kapandı. Bu ikinci kapanış sanki zihnimdeki perdeyi açtı. 3-5 saniye geçti, az önce girmek istemediğim kapıyı ısrarla çaldım. Beni anlamasını beklemekten vazgeçmiştim. Onun ne beklediğini sordum. Ne istediğini sordum. İçeriye bir adım attım.

O an aslında yalnızca kapıdan içeri girmedim. Girdiğim yerin nasıl bir yer olduğunu görmek için çok adım atmam gerekecek. Cesaretimi yavaş yavaş topluyorum. Tek soru var içimi kemiren, bunu kendimden ödün vermeden yapabilecek miyim...

24.11.2010

Bir Varmışım Bir Yokmuşum


Ben nice depremler gördüm
Kolay kolay yıkılmam
Her defasında kaybetsem
Yine de hiç üzülmem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Sen bana imkanlar sundun
Ben bunu kabul edemem
Şimdiye kadar yalnızdım
Öyle pat diye değiştiremem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Korkarsam sakince ıslık çalarım
Ben susmam sende susmaki korkmayalım
malesef az sonra gitmem lazım
Huyum böyle aynı yerde hiç kalmamışım
Bir varmışım bir yokmuşum….

Kimseye Etmem Şikayet

Kimseye Etmem Şikayet
Kimseye etmem şikayet,
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş,
Korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime

Kemani Serkis Efendi

Gidiş * 2


http://magaricabubu.blogspot.com/2010/05/gidis.html

17 mayısta yazmışım bu yazıyı. Sanki bugüne, o günden isyan etmişim. Yani aslında geçmişe isyan etmişim, o güne isyan etmişim ne fark eder. İsyan halim daim demek ki bu konuda. Ve ben hala buradayım. Oturmuş gidenlerin ardından, yok oldukları derinliğe bakıyorum.

13.11.2010

"Ben nişanlıyken bile eve en geç 11.30'da girerdim. sen çok şanslısın."


Bu cümleyi yıllardır duyuyorum, ve yıllardır eve 12 gibi dönüyorum. Yıllardır dediysem, 8 yıldır falan gibi kendi yaşıma göre uzun bir süre. dışarı çıktığımda 12 gibi dönerim. tabi ki arada çok daha geç saatlere kaldığım olur, ama bu mesela 1 ay içinde 2 kez tekrarlarsa vay halime. ben 17-18 yaşındayken annem derdi ki, ben nişanlıyken bile eve 11.30 dedin mi dönerdim, daha geç dönme şansım yoktu zaten. O zaman çok bir şey gibi görünürdü. Kendimi şanslı hissederdim. Büyüdükçe anladım ki, bunun yaşla bir ilgisi yok. Ortada bir kısıtlama hali var ve bu kaç yaşında olursan ol sen reddetmediğin sürece seninle ilerlemeye devam ediyor. Bugün 23 yaşındayım, annemin nişanlandığı yaştayım, ama hala eve 12'den geç dönersem, ya bunun haberini verirken çarpılan laflar, ya da eve döndüğümde asılan suratlar var karşımda. Direnmeye çalışıyorum, dürüst olup bunu kullanmaya çalışıyorum; ama ne olursa olsun ailede dürüstlük işe yaramıyor. Ne kadar dürüst olursan o kadar tepki alıyorsun. Mesela çoğumuz duymuşuzdur, "evi otel mi sandın sen, bu ne böyle uyumaya geliyorsun", yahu o zaman izin ver dışarıda kalmama, ben de evi otel gibi kullanmayayım, mesela bırak 2 gece kalayım dışarıda 3. gün evime geleyim tüm günümü evimde geçireyim; ama yok sen illa saat kaç olursa olsun eve gel dersen -ki hiç anlamıyorum bu mantığı, nerede olduğumu bildikten sonra uyuduğum yerin ne farkı var- ben de o gece eve gelince ertesi gün yine çıkarım, bir sonraki gün yine.. Geç de olsa gel dedikçe daha erken çıkacağım, daha geç geleceğim... İnatlaştıkça inatlaşacağız. Birimiz bıkana kadar bu böyle devam edecek...
"Ne bu böyle her dakika dışarıda kalıyorsun" ya da "Bokunu çıkardın sen bu işin, her gece her gece sabahlara kadar sokaklarda..." ki bu ikinci cümle söylenirken mesela 1 ay neredeyse hiç gece dışarı çıkılmamış, sonrasında 2 hafta üstüste cuma ya da cumartesi gece dışarı çıkılmıştır... 3. mü? İşte o biraz zor... Tartışmak gerek, belki reddetmek, ya da boyun eğeceksin... Ben reddettiğim kadar boyun eğiyorum sanırım. Kendimce yıllardır bir denge tutturdum, kendime belli bir sınır çizdim sanki, "anne-baba kuralları". Bunları yaparsan kötü olur. Ne olur yahu? En fazla kapıyı vurur çıkarsın, hiç mi çıkmadın? Çıktım, ama o zaman daha özgürdüm, sorumluluk denen bir şeyden bir haberdim belki de, ya da yeni öğrenmeye çalışıyordum. Şimdi üzerimde bir yük hissediyorum, tam omuzlarımın üstünde. Hem ağır geliyor zaman zaman altında eziliyorum, hem de onu oradan atamayacak kadar değer veriyorum. Bir orta yol bulmak gerekirse, benim sanırım ona hem yakın hem uzak yaşamayı tercih etmeme pek de bir zaman kalmadı.

10.11.2010

Sizi Rahatsız Etmekten Nefret Ediyorum


Panik yayanlar, bizi yalnızlığa mahkum ediyor, dayanışmayı ulaşılmaz kılıyor: Bize itin iti ısırdığı bir dünyada yaşadığımız, elinde olanın yanındakileri ezmesi gerektiği, her bir komşunun arkasında tehlike barındırdığı bir dünyada yaşadığımız yalanını öğretiyorlar. Sakın kendini, deyip duruyorlar, dikkatli ol, bu komşu senden çalar, diğeri sana tecavüz eder, o bebek arabasında müslüman bir bomba var ve seni izleyen o kadın -o masum yüzlü komşun var ya- kesin sana domuz gribi bulaştırır ...

Eduardo Geleano

http://www.cafrande.org/?p=17313

8.11.2010

Gerçeğin Çölüne Hoş Geldiniz


Bir Alman işçisi Sibirya’da iş bulur. Mektupların sansürcüler tarafından okunacağını bildiğinden arkadaşlarına şöyle yazar:

“Aramızda gizli bir haberleşme sistemi belirleyelim. Benden aldığınız bir mektup
sıradan mavi mürekkeple yazılmışsa doğrudur. Kırmızı mürekkeple yazılmışsa yanlıştır.”

Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alırlar.

“Burada her şey harika. Dükkanlar mal dolu. Yiyecek bol. Apartman daireleri geniş ve güzel ısıtılıyor. Sinemalar Batı’nın filmlerini gösteriyor. Sokaklar işveli kızlarla dolu. Burada tek bulunmayan şey kırmızı mürekkep.”

İstenilen tüm özgürlüklere sahip olunduğu fikrinden yola çıkılıyor. Ama sonra
tek eksiğin kırmızı mürekkep olduğu ekleniyor. Kendimizi özgür hissediyoruz çünkü “özgür olmayışımız”ı ifade edecek o dilden yoksunuz.

-Gerçeğin Çölüne Hoş Geldiniz

3.11.2010

Zaman Zaman

Bir gün olsun unutunca
Dışımda kalıyorsun
Oysa seni düşününce
İçime sığmıyorsun
Zaman zaman o zaman
Zaman zaman o zaman

Gözlerimi kapatınca
Yanımda oluyorsun
Seni öpsem seni okşasam
Farkına varmıyorsun
Zaman zaman o zaman
Zaman zaman o zaman

Her gün akşam oluşunda
Kadehime doluyorsun
Yudum yudum, damla damla
Düşüncem oluyorsun
Zaman zaman o zaman
Zaman zaman o zaman

Sigaramın dumanında
Dudağıma konuyorsun
Her nefeste derin derin
İçime doluyorsun
Zaman zaman o zaman
Zaman zaman o zaman

Küçük bir kız çocuğu çaldı kapımı. Demiri taktım, kapıyı araladım. Kim olduğunu, yalnız olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. İçeri girmek istedi, aç olduğunu söyledi. Öyle masum bakıyordu ki, onu içeri almak mı almamak mı aptallıktı bilemedim. demiri çıkardım, kapıyı biraz daha araladım. Kimsin sen, neden yalnızsın gibi sorular soruyordum. Hala ardından çıkabilecek, gelebilecek yabancıları bekleyerek korkuyordum bir yandan. kapıyı aralayınca içeri adım atmak istedi, korktum kapattım. Yeniden çaldı kapıyı, yeniden araladım, kapattım. Sonra çekildi kenara beklemeye başladı. Dayanamayıp açtım kapıyı, ama bu sefer aralamadım ardına kadar açtım. Bu sefer o ürktü. Ürktü, ama adımını attı. O adım attıkça benim korkularım azaldı, ben adım attıkça onun korkuları çoğaldı. Artık benimleydi,gözlerimin içine öyle güzel bakıyordu ki... Aslında ilk kapıyı çaldığında almak istemiştim onu, hemen sevmiştim sanki hep varmış gibi.

Şimdi ben kapının diğer tarafındayım. Kapı yüzüme kapandı, belki de bir daha iç açılmayacak.

29.10.2010

Hissetmek..



Dokunduğunda hissettiklerimi, yalnızca dokunduğumda hissedebiliyorsan anlarsın.

21.10.2010

Kimse Bilmez

"seher yeli eser yirtar etegini gülün
güle baktikca cirpinir yüreği bülbülün
sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
kopup dallarindan toprak olmadalar her gün"

"bu yildizli gökler ne zaman basladi dönmeye
ne zaman yikilip gidecek bu güzelim kubbe
aklin yollariyla ölçüp biçemezsin bunu sen
mantiklarin, kiyaslarin sökmez senin bu işte"

"bulut gecti, gözyaşlari kaldi cimende
gül rengi şarap içilmez mi boyle günde?
bugün bu çimen bizim, yarin kim bilir kim
gezecek, bizim topragin yeşilligince"

Ömer Hayyam


8.10.2010

İçimi Kemirenler


Oturuyorduk. Oda apaydınlıktı. Hem masa lambası hem ayaklı lamba yanıyordu. Televizyon ışığı da cabası. Mutlu mutlu gülerken bir mesaj sesi geldi. Ardından tüm şehirde elektrikler kesildi. Göz gözü görmüyordu. Herkes o kadar paniklemişti ki, ses sesi duymuyordu. Ne yıldızlar ne ay ışığı, aydınlatmaya yetmiyordu. Duyulan son ses mesaj sesiydi, görülen son yüzde olansa panik ifadesiydi.

7.09.2010

kalp kırılır, can içinde kalır.

Uzun zamandır içime akıttığım gözyaşlarımı bugün dışavurdum nihayet. Yine lanet olası msn konuşmalarından biriydi son vuruş. Son dönemlerde bu darbeleri hep bir ekrandan yiyorum nedense; telefon ekranı, bilgisayar ekranı... Bağıra bağıra ağladım. yüzümü yıkadım. Oturdum etrafıma baktım. Bilgisayarı kucağıma aldım. Lanet olası facebook'u kapattım. Bilgisayarı tekrar yanıma koydum. Bomboş bir oda. Tıka basa eşya dolu, ama bomboş. Tek bir ses yoktu. Ürktüm. Bir sigara yaktım. Sanki çakmağın sesi odada yankılandı. Biraz daha ürktüm. Bir ses duymak istedim, elim telefona gitti. Duymak istediğim sesi aramaya elim varmadan bıraktım. Yine bilgisayarı kucağıma aldım. Sanki canımı daha acıtmak istercesine, Jehan Barbur açtım. Şimdi o çalarken yazıyorum.

İstemekle bitmiyor.
Yıllardır istediğim o kadar çok şey oldu ki.

Batıl bir insanım ben. Saçma sapan inançlarım vardır, kara kedi görünce saçımı 3 kez çekerim, terlik ya da ayakkabıyı ters gördüm mü hemen düzeltirim, geceleri gökyüzüne baktığımda yıldızların kaymasını bekler dilek tutarım...Bir de bir yaz alışkanlığım vardır. Küçükken öğrenmiştim, kimden olduğunu bile hatırlamıyorum, o kadar küçüklük. Başımı gökyüzüne kaldırırım, gözlerimi kapatır bir dilek tutarım, gözlerimi açıp yedi yıldız sayarım. Eğer unutmadan 7 gece 7 yıldız sayarsam dileğimin gerçek olduğuna inanırım. Bu yaz da tatilde, İrem'le beraber diledik dileklerimizi. 7 gece dedik, 2 gece sonra unuttuk yeniden diledik, tatildeki son gecemiz 5. gecemizdi. Dönünce unutmayacağız, hatırlayan diğerine haber verecek dedik. Döndük. Unuttuğumuz bir şey vardı, büyük şehirlerde, büyük binaların arasında, 7 yıldızı bulmak o kadar zor ki. Olmadı. Bu yaz dileğim gerçek olmadı. Tıpkı gökyüzündeki 7 yıldızı kaybettiğim gibi, hayatımdaki yıldızları da kaybediyorum. Büyük şehirlerde gökyüzündeki yıldızlar kayboluyor, büyük hayatlarda da kendi yıldızlarımız. Büyük hayatlar dediysem, bunu bir ego gibi anlamayın şimdi. Büyük şehirlerden kastım kalabalık olmaları, o koca koca binaların arasında kaybolan minik şirin binalar, gökyüzündeki küçük yıldızlar... Büyük hayatlar da o kadar kalabalık ki, büyük hayaller, işler peşinden giderken kaybolan küçük ama değerli yıldızlar... Ben de son 2 yıl içinde 4 büyük yıldız kaybettim.

"ellerimizden başlarımızı aldılar, alacak başka da bir şeyimiz yoktu sanırım." dedi son kaybolan yıldız. Her şey zaten o başların içindeydi, her şey zaten o başlarla başladı. Gözler, hisler, dudaklar... Her şey zaten o başlarda vardı.

Şimdi kalan, şarkılardan çıkan anlamlarla dolan gözler, bakılan suratlarla hatırlanan gülümsemeler ya da nefretler.

Kalp kırıldı, can içinde kaldı. Sızlayacak sızlayacak... Belki bir zaman daha az sızlayacak. Ama hiçbir zaman son bulmayacak, yalnızca azalacak.

Jehan Barbur - Öylesine



yalnızca müziğin dinginliği var başka da bir dinginlik yok bu hayatta.

4.08.2010

Bir İhtimal (Göksel)

Aşkımız eski bir film gibi
Siyah beyaz bazen renkli
O kadın aynı ben gibi
Ağlamaklı kaybetmiş sevdiğini
O adam aynı sen gibi
Gururdan terketti ve gitti

Aşk şarabından içtim
Bir hoş oldum kendimden geçtim
Bilmiyorum aklındayım
Bir ihtimal olur ya ben burdayım

Ne romantik ne tutkulu
Aşkın yolu diken dolu
Saadetin bedeli bu mu
En başından belli mi en sonu

Aşk şarabından içtim
Bir hoş oldum kendimden geçtim
Bilmiyorum aklındayım
Bir ihtimal olur ya ben burdayım

30.07.2010

Bugün düş kurma günü



dün kü tartışmamızdan sonra bana çok sinirlenmiş
bana gece şöyle bir mesaj geldi:
ben bu gece pınarla yatacağım haberin olsun seni haklı çıkarmak istemem.
ben de sabah gördüm
ve dedim ki
o zaman istediğin kadınla yatabilrisin artık.
geldi
dvd playerı getirmiş.
özür diledi
bir şey olmadı dedi

önce özür diledi
sonra bir şey olmadı dedi
inanmadım
şimdi de kendi yazıyor:
ben seviştim ve ayrıldık
inanmamakta haklıymışım
bitti.


komik
sezgiye demiş ki;
normalde asla mesajları girip okuyacak bir adam değilim, o gün de kazara oldu.
bugün eve geldiğinde
bilgisayarın başındayken, hazalla olan mesajlarımı okuyordu
adamın benim hayatıma saygısı yok
benim ona neden olsun ki

kendini haklı göstermek için de tutmuş
diyor ki
"ÖZGÜR KİM YA" TABİ
onlar diyorsun, o bile değil; dedi
evet, sen de onlardansın bak nerede duruyoruz


ortaokul arkadaşlarımlayım
kavga edelim.
taksimden arkadaşlarımlayım
kavga edelim.
annemle "taksimdeyim"
yine kavga edelim.
hazallayım
kavga edelim
siteye giderim
kavga edelim.
sitedkiler dışarı gelsin
yine kavga edelim.

"Dedi eee? Dedim neee?"

ben yalnız "istanbul'da" yaşamayacak mıyım
ama o gelsin, onla taksime gidelim, onla caddebostana gidelim, onla arkadaşlarımın yanına gidelim
o zaman tamam

benim hayatım "o" değil
"o" hayatımın bir parçası


İşte bu yüzden düş kurma zamanı. Hayatımın eksik parçalarını düşlerimde tamamlıyorum ben. Düşlerimde, gerçekte olmayan huzuru da mutluluğu da buluyorum ben. O zaman daha mutlu bir insan oluyorum gerçek hayatta da.

HAYALİMDEKİ SİYAH ATLI, ÇİRKİN PRENS. YİNE SANA GELİYORUM:)

23.07.2010

Ağlama saatim gelmiş.



Az önce baktım saate, baya geç olmuş. Bütün gün her şey ters gitmişken, negatif enerji vücudumda tavan yapmışken, kırgınlıklarım doz aşımına uğramışken, ağlamanın vakti gelmiş de geçiyor bile artık.

Dün bir arkadaşım tahterevalliye benzetti duygularımı. Önce kızdım, sonra güldüm, şimdiyse hak veriyorum. evet dengesiz duygularım var benim; ama kime, ne hissettiğimi hep bildim, hala da biliyorum. Benim derdim hep kendimle oldu. Sorunum varsa hep kendim çözdüm, ne hissettiysem söyledim, ne istediysem yaptım... Ama bir de etrafın söylediklerini düşünüyorum benim için...

Kimse benim götümü toplamadı, ama ben sorumsuz olandım. Etrafımda kimse benim kadar çok gezmedi. Bu onlara göre göt gezdirmeydi, bana göreyse hep bir şeylerden kaçıştı. Hep ben aradım yakın arkadaşlarımı, ben organize ettim günleri, olayları, ve hep benim üstüme kaldı çıkan pürüzler sorunlar. Hep ben böldüm sessizlikleri, geveze oldum. Hep bağırdım, ağladım, kahkaha attım. Duygularımı dışa vurduğumu görmediler, abartı hareketler dediler. Dediler, dediler, dediler...

Şimdi bakıyorum etrafımda intihar edenlerden farkım yok aslında. Benim hayatıma bu kadar çok eleştiri getirenler de, beni yükseğe çıkaranlar da, ipi boynuma geçirenler de aynı kişiler. Bense hala onlarla olarak ağırlığımı yere bırakıyorum.

22.07.2010

Hangisi?

Ben sadece yaşamaya çalışıyorum. Etrafımdaki insanları kırıyorum, onlar da beni kırıyor; ama kimse benden özür dilemezken hep benim özür dilememi bekliyorlar.

Ben bu kadar hatalıysam neden benimlesiniz? Madem hep bir özür borcum var birilerine, neden etrafımdasınız?

Ya ben gerçekten çok safım, her kırıldığımda kendi kendime tamir edip, her kırdığımda özür diliyorum; ya da siz çok safsınız, hiç kırmadığınız ama sizi kıran insanla berabersiniz.

14.07.2010

Merak


Her şey okuyarak öğrenilmez, bazen yaşayarak, bazen konuşarak, ya da ne bileyim bir alternatifin vardır illa ki. Yaşayarak görmek en etkili yoldur genelde. Aklımıza kazınır; ya tekrar tekrar yaşamak için devam ederiz, ya da asla yaşamamak için önlem alırız mesela.

Konuşarak öğrenmek, yaşayarak öğrenmek kadar etkili değildir ama bir şeyler hakkında konuşmak güzeldir elbet. Bazen merak giderir, bazen merak uyandırır, bazen de hiçbir işe yaramaz...

Merak iyidir, zaten hissetmemi sağlayan şey de bu merak huyum. Merak ettiğimde sinirleniyorum, merak ettiğimde heyecanlanıyorum, merak ettiğimde seviniyorum, bağırıyorum, ağlıyorum, gülüyorum...

Ama merak ederken karşımdakine zarar vermiyorum, merak ederken onu kırmaya çalışmıyorum, merak ettiğim için bağırdığım da bile onu kırmadığımı karşımdakine hissettirebiliyorum.

Ama ben bugün kırılıyorsam, ben bugün her söze alınıyorsam, ben bugün sorular arasında onlara cevap verebilmek yerine kendi kafamda daha büyük soru işaretleri yaratıyorsam, en kötüsü de her kırıldığımda başka şeyleri düşünmeye başlıyorsam ters giden bir şeyler var demektir. Bu merak durumu basit bir duruş olmaktan çıkmış, bir takıntı halini almış demektir.

Ve bir takıntı, kişinin kendi hayatıyla ilgili değil de başkalarını içeren bir takıntıysa...

13.07.2010

Konuşma

aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

Ülkü Tamer

8.07.2010

Ses Onun Sesi

"Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik."

Cemal Süreyya

Benim gözlerim okuyor, ama ses onun sesi.

30.06.2010

Işık.



Kocaman bir ışığın, benim bir günümü bu kadar karartacağını tahmin edemezdik sanırım.

29.06.2010

Kuruntu(!)


Benim için her şeyi yapacağını söylüyor.Oysa benim tek istediğim, birbirimize karşı hiç şüphe duymamamız. Yalan ya da bazı şeyleri saklamak, eski bir alışkanlık olarak kalacaktı bizim için. Oysa bugün öğrendim ki, hala bir alışkanlık...

Sorun başka insanlar değil, sorun bu insanları bizim birbirimize nasıl aktardığımız sanırım...

Ben bu sorun yüzünden 1 yıl uzak durmak için çabaladım.
Ben bu güven sorunu yüzünden 2 aydır annemden çekiniyorum.
Ben bu güven sorunu yüzünden arkadaşlarıma karşı hep onu korumak zorunda kaldım.
Ben bu güven sorunu yüzünden kendimi yedim bitirdim.
...

Tek istediğim şüphe duymadan sevebilmek ve sevilmek.

24.06.2010

İkilem

Hem yanında olmak için her şeyi yaparım diyor, hem pes edip ardına bakmadan gidiyor.

Hem seni görmek için her yere gelirim diyor, hem günler sonra aynı şehirdeyken başka isimlerle başka mekanlarda olacağını haber veriyor.

Belli bir şahıs için oraya gideceğini söylüyor, sonra o kişiyle karşılaşmasın diye şimdi yanında olan kişiyle beraber olacağını söylüyor.

Önce ona seni seviyorum diyor, sonra dönüp bana ne oldu ben böyle sevmezdim diyor.

Hem bana güvendiğini söylüyor, hem de her hareketimi takip edip paranoya yapıyor.

Hem ben tek eşli olabilecek bir adam değilim diyor, hem etrafımdaki erkek sineği bile kıskanıyor.

Hem beni her yerde tanımak istiyor, hem de tanıdığı burcu'yu değişik kalıplarda görmeye katlanamıyor.

Hem ben kıskanç bir adam değilim diyor, hem de her adımda alttan alttan hesap soruyor...

Şimdi ben dış sese mi inanayım, yoksa tavırlarla gelen iç sese mi? Biri çözsün önümdeki bu ikilemi, ben 1 yıldır çözemiyorum!

12.06.2010

Çok bilmek..

Aslında çok farklı amaçlarla başlamıştım yazmaya.. Ancak başka şeyler okuyunca cevap vermiş gibi olmak istemedim. Sadece hissettiklerimi, düşündüklerimi ifade etmek istiyorum şu anda..

Birine değer vermek, onun için hayatını değiştirmeye çalışmak o kadar basit ki aslında.. Bunu daha önce de yaptım. Kendimi, kötü bir hayattan, değer verdiklerim sayesinde rahatça çekip alabiliyorum. Onlar sayesinde, kendi kendime yapabildiğimi sanıyordum bunu. Bu gece bir kez daha öğrendim ki bunu kendi kendime yapamıyormuşum. Bunu da değer verdiklerimin desteğiyle yapıyormuşum.

Bu gece olanlardan bahsedelim önce biraz günlük misali..
Machine dene elektronik müzik çalan taksimde gidilebilecek en leş mekanlardan birine gittik bu gece. Öncesinden hiç bahsetmiyorum. 5-6 kadın eğleneceğiz sanarken herkesin arkadaşlarının eklemlendiği 16-17 kişilik kalabalık bir grupla muhabbetlerin bile bile kesik kesik olduğu bir geceye başladık. Gittiğimiz son mekanla sanki eksik taş da yerine oturdu. Her şeye rağmen eğlenmeye çalışırken, ortamda bulunan birkaç kendini bilmezin tacizine maruz kaldık. Önce araya kendi arkadaşlarımızı alarak uzaklaştırmaya çalıştık, rahatsız olduğumuzu belli ettik. Bundan anlamayınca kendisiyle açık bir diyaloğa girdim, ancak bu sefer de sorun çıkartmamak adına Hazal araya girerek beni yatıştırmaya çalıştı. Mekandan çıkmaya çalışırken Özgür'ün sebebini anlamadığım sert tavrıyla karşılaştım. Sonrasında eski bir yüz görüp rahatladım ve mekandan çıktık. Ancak sorunlar burada bitmedi. Benim sorularıma yok bir şey, illa bir şey olmasını mı bekliyorsun vs. gibi cevaplar veren Özgür; birkaç dakika sonra tam da önümde Hazal'a derdini anlatıyordu. Yine bir şey yokmuş gibi davranarak Merve'yle yürümeye devam ettim. Önümüzde çok eğlenen, müzik yaprak yürüyen bir grup brezilyalıya takılarak dans etmeye, bir yandan da yürümeye başladık. Ancak yine neden olduğunu anlamadığım bir şekilde durduruldum. Sanki elimi tutan el usturuplu yürü diyordu bana. Yine sustum, bir şey yokmuş gibi davrandım. Herkesle beraber otobüse bindik, bu sefer de neden otobüse bindik, ben inip taksiye bineceğim vs. yakınmalarıyla karşılaştım. Parayı öderken özellikle yeniden sordum, inecek misin geliyor musun? Bilmiyorum yanıtını alınca parayı ödedim ve herkesin yanına geçtik. Otobüs beşiktaşa geldiğinde bir hışımla otobüsten 3 kişi indik. Taksiye bindik. Taksi göztepeye geldiğinde cadde üzerinde inip ÖZgür'ün yoluna rahatça devam etmesini sağlamak istedim, ancak yine yanlış anlaşılmış olsam gerek ki Özgür de bir hışımla bizim arkamızdan indi. Eve yürürken geçen diyalogdan bahsetmek bile istemiyorum. Son derece gereksiz ve çocukça tavırlar takınmıştık ikimizde. Nihayetinde Özgür evin ordan bizim çağırdığımız bir taksiye binerek ayrıldı. Sanal alemden anladım ki eve ulaşmış.

Önce bir şey belirtmek istedim. En başta cevap amaçlı değil demiştim ama sanırım bunu söylemeden geçemeyeceğim. Okuduğum yazıda tacizi kabullenme kısmı bana mı aitti bilmiyorum ama tam da bu kabullenmeme durumundan ötürü hiç tanımadığım bir insanla tartışmaya girmeye çalıştım bu gece. Ancak yine belirtiyorum huzursuzluk yaratmamam için susturuldum ben de arkadaşlarım tarafından. Haklılardı da, o an o insanlarla tartışmam yalnızca bizi rahatsız edecekti. Başta kendimizce aldığımız önlemler onları hem bizden uzak tutuyordu, hem de bir sorun yaratmıyordu. Ama bir tartışma çıkması onlar için bir sorun teşkil etmeyecekti. Yalnızca bizim gecemizin kötü bir noktada sonlanmasını sağlayacaktı.

Şimdi tüm bunlar şikayet etmek için değildi. Bana etrafın hissettirdikleriydi. Bu gece yaşadıklarımdan hissettiklerimdi. Ama tüm bunların başıma geleceğini biliyordum. Sırf bu yüzden o mekana gitmek istemedim. Ve merak ediyorum. Beni öyle bir yerde de görmek isteyen insan neden bu kadar ters davrandı acaba.. Mekandayken yanına gittiğimde, ya da çıkarken?
Ya da benimle her şeyini paylaşmak isteyen biri neden ben sorduğumda yanıtlamadı da sonrasında başka birine anlattı sorununu? Derdim başka biriyle konuşmuş olması değil. Kaldı ki konuştuğu insan benim kıskançlık yaratacağım biri bile değil. Ama bana her konuda açık olduğunu söylerken, ben onunla bir şeyler paylaşmadığımda bana kızarken, neden benimle bir şeyler paylaşmıyor? Davranışla beklenti biraz doğru orantılı olmalı sanki.. Ya da benim beklentim böyle..

Şimdi tek bir şey istemeye karar verdim hayatımdaki insanlardan. Benim olmamı istemediğiniz yerde, görmek de istemeyin beni. Sonuçlar her iki taraf içinde ağır oluyor madem, gerek yok böyle bir tavra o zaman.
Neyse tüm hissettiklerimi buraya yazdıktan sonra umarım bu durumu daha fazla uzatmam. Yine biliyorum ki bu konu da bu kadarla kalmayacak. Çok bilmek canımı daha da sıkıyor böyle durumlarda.. Ama şunu da biliyorum; yarının, bugünün travmasıyla devam etmesini istemiyorum..

9.06.2010

Haykırmak!


Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Dakikalar önce, film izlerken o kadar mutluydum ki, yüzümde saçma bir gülümseme, aklımda hiç olmayacak hayaller..

Puff..

Kayboldu gitti hepsi bir anda.. Film bitti ve içeriden sanki filmin bitmesi beklenmiş gibi bağırışlar yükselmeye başladı. Küfürler, yalanlar, hakaret üstüne hakaret..

Anlamıyorum bazı insanları, özellikle de babamı...
Nasıl bu kadar bencil olabiliyorlar? Hadi bencillik karakter meselesi desek, karşılarındakini devamlı aptal yerine koyuyorlar. Sanırım benim en tahammül edemediğim şey aptal yerine konmak. Sebebi de çok açık, çocukluğumdan beri, sanki anlamazmışım, onlardan çok küçük beyinliymişim gibi hep yalan söyleyerek idare edildi birtakım konular. Çalmayan telefon çalıyormuş gibi yapılır, yalan söyleyen düpedüz ortadayken ya da haksız olan, üste çıkmak için devamlı bağırılır.. Sanki insanın sesi yükselince haklılık payı da artıyormuş gibi.. Yüzüne gülüp gülüp ardından köpek diye bağırılır, yalakalık yapıp yapıp yalakalık yapana edilmedik hakaret bırakılmaz..

En büyük korkum benzer bir insan olmaktı küçüklüğümden beri. Annem her kavgada babana benzedin derdi, ben hüngür hüngür ağlayarak odama kapanırdım. Benim için en ağır sözdü ergenlik dönemimde. Şimdi dönüp bakıyorum, benziyorum. Belki her an değil ama zaman zaman benziyorum. Önlemeye çalışıyordum, değişmeye çalışıyordum.. Artık biliyorum istersem kendime hakim olabiliyorum. Bunu kullanıyorum, bu kılığa kendi isteğimle giriyorum; çünkü bazı insanların bunu hak ettiğini düşünüyorum. Belki bu da küstahca ama böyle düşünüyorum.

Şimdi bana her sesini yükselttiğinde onun gibi oluyorum, bana nefretle baktığında gülüyorum, çünkü bilmeden kendinden nefret etmesi hoşuma gidiyor. Sanki tüm haklılığımı ortaya döküyor..

Bana değil de bir başkasına sesini yükseltip yalan söylediğindeyse, oracıkta içimden haykırıyorum, çığlıklar atıp derin bir nefes alıyorum. Ve en önemlisi kendimi kontrol ediyorum artık...

Özlemi sadece bununla anlatabilirim..

17.05.2010

Gidiş


Beni sevenler ya da sevdiğini söyleyenler genelde gidiyorlar. Uzağa gidiyorlar. Hani amaan canım ne olacak, "x" dediğin şurası atla bir otobüse 2-3 saate oradasın diyemeyeceğim yerlere gidiyorlar. Hadi diyelim ki otobüs yerine uçakla gittim. Gidiş süresini uçak kısaltıyor, ama bu seferde maliyet yükseliyor ve ben yine gidemiyorum özlediğim zaman..
Hayatımdan 9 ana insan sayarım size benden millerce uzakta yaşayan. Çocukluk arkadaşlarımın yarısı yurtdışında, hatta dostlarımın çoğu ya gitti ya da gitmek üzere. Babam da yurtdışında çalışıyor yıllardır-gerçi bundan şikayetçi olduğumu söyleyemem ama nihayetinde o da hayatımın demirbaşlarından biri-.Zamanında bana aşık olduğunu düşündüğüm insanlar dan da var yurtdışında olan, hem de benimle ilişki sürecindeyken giden..
Bir de soruyorlar bana, sanki benim söyleyeceklerimin bir önemi varmış gibi.. Ben de git diyorum tabi ki.. Hayır gitme desem, kazara beni kale alıp gitmezse, sonra burada başa gelen bir takım olaylardan ötürü "bak, sen gitme dedin diye gitmedim; ama neler geldi başıma.." bıdı bıdısı var. Tabii bir de işin romantik kısmı var ki, ben gitme dedim diye gitmeyecek ve farzedelim ki biz ayrılacağız bir süre sonra, bu sefer de "ben sırf bu hatun istemedi diye gitmedim onun yaptığına bak.." ya da "ulan, bu hatunun sözüyle niye hareket ettiysem.." pişmanlıkları, yıkıntıları olacak. Farkındaysanız her olayda kötü duruma düşürülen ben oluyorum. Neden? Çünkü hissettiklerimi, istediklerimi söylemiş oluyorum..
Bir de şu boyutu var ki bu olayın, ben gitme dediğim de giderse karşımdaki kişi? O zaman bana neden soruyorsun arkadaşım deme hakkım yok mu benim? "sen istemedin, ama benim gitmem gerekiyordu/istiyordum vs." Yahu, senin zaten gitmen gerekiyordu ya da istiyordun her neyse ve sen bu süreçte sormadın mı bana kalma mı ister misin diye? Eee.. O zaman da benim bir kamyon laf söyleme hakkım doğuyor, ki bu da benim kendi kendimi yiyip, bitirmemden başka işe yaramıyor.
İşte bu yüzden ben kimseye gitme demiyorum ve herkes gidiyor.. Ve biliyorum bu ben de gidene kadar böyle devam edecek..

29.04.2010

Kendi

Çatalı tutuşundan camı açışına, ilk şaşırdığı anki yüz ifadesinden, evet deyişine kadar her mimik, her hareket insanı "kendi" yapıyor sanırım. Sanmıyorum aslında, evet "kendi" yapıyor. Kendimi tanıtmamı istiyorlar iş görüşmelerinde. Ne saçma... Kendimi nasıl tanıtabilirim ki beni ilk kez gören birine? Ne verebilirim karşımdakine, adım ve soyadımdan başka? Onlarında "kendim" olduğunu söyleyemem aslında, başkaları tarafından verilmiş, özneleştirilmek için kullanılan 2 isim..
Karşımdaki insanı her saniye biraz daha tanıdığımı düşünüyorum ben. İlk saniye gözlerini tanımak, sonra ellerini, sonra sesini, adını, gülüşünü... İlla duygusal bir bağlama girmek zorunda değilimdir bu tanışma ertesinde. Dikkatimi çekenler bunlar olduğu için bu sıralama böyle. Her kişinin uyarıcısı farklıdır tabiki, ses, jest, mimik...
Kokudur mesela benim en çok aklımda kalan. Belki de fazla hassas bir burna sahip olmamla ilgili bilemiyorum, ama kokulara göre ayırdedebilirim çoğu şeyi. Yemekler gibi.. Her evin bir kokusu vardır mesela. Geriye dönüp baktığımda toz kokusu, ya da boya kokusu, ya da begonvillerin kokusu.. Hepsi ayrı bir evi hatta ayrı bir şehri, beraberinde de ayrı bir insanı hatırlatıyor bana. Koku özel olanı, değerli olanı çıkarıyor hafızamdan sanki.
Koku insanın "kendi"nde varolan ya da o insanla aklınızda bütünleşen aslında. Kokuyla hatırladıklarım ben de yer etmiş olanlar aslında; güzel bir anı, eski bir sevgili, yolunda gitmemiş bir dostluk, zevkli geçen bir gün...
Tanımak için etkili bir yol olmasa da, hatırlamak için saklıyorum kokuları...

19.04.2010

Sadece düşünme!



Düşündüklerini dışavurmadığın sürece, onlar anlamını senin içinde yitiriyor. Bu yüzden sadece düşünme. Yaz, çiz, çal, konuş, oyna, dans et... ama bir şekilde dillendir. Patlamaya hazır bir bomba gibi içinde saklanmaktansa, kendini yiyip bitirmektense, etrafına zarar vermektense, dillendir. Ellerini kullan, kulaklarını kullan, gözlerini kullan ama kus tüm aklından geçenleri. Yutma tüm o sözleri. Tamam, biraz çiğne, hatta biraz daha çiğne, ve tükür. Dök içindekilerin hepsini. Yutarsan ve hazımsızlık yaparsa? Sonra bin tane ağrı, sıkıntı, ilaç, dert... Kendine zarar vermek yerine, tam zıttını elde etmek hoş olmaz mı? Nasıl dillendireceğini bilmiyor musun? Bir yol seç dene, olmadı mı, beğenmedin mi, rahatlamadın mı; başka bir yol bul onu dene. Doğru yolu bulana kadar dene. Bu deneme süreci bile hem bedenini hem kafanı rahatlatıcak. Nerden mi biliyorum? Ben şu anda rahatladım=)